Tefsir – Evvela deveni sağlam kazığa bağla,ondan sonra ALLAHÛ TEÂLÂ’ya emanet et

Forumlar Cafe almancax Tefsir – Evvela deveni sağlam kazığa bağla,ondan sonra ALLAHÛ TEÂLÂ’ya emanet et

ALMANCAX FORUMLARINA HOŞGELDİNİZ. FORUMLARIMIZDA ALMANYA VE ALMANCA HAKKINDA ARADIĞINIZ HER TÜRLÜ BİLGİYE ULAŞABİLİRSİNİZ.
    3,14
    Katılımcı

    –> Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in yanına bir Bedevi geliyor. Resûlullah kendisine soruyor:
    -Deveni nereye bıraktın?
    Bedevi:
    -Allah’a emanet ettim.
    Resûlûllah kendisine şu cevabı veriyor:
    -Evvela deveni sağlam kazığa bağla, daha sonra Allahû Tealâ’ya emanet et.
    Bu hadis-i şeriften ne anlamamız gerektiğini âyetlerle açıklayalım.Buradaki sağlam kazık; Allahû Teâlâ’nın mürşidi ve deveden kasıt da nefsimizdir. Her ikisi de mecazî anlamda kullanılmışlardır. Her halükârda nefsin yularının mürşidin eline verilmesi lâzım ki, Allahû Teâlâ’nın emrettiği biçimde nefsimizi tezkiye ve tasfiye edelim.
    Mürşide bağlanmadan “Ben Allah’a havale ettim” demekle biz kendimize düşen görevi yapmış olmuyoruz. Mutlaka Allahû Teâlâ’nın tayin ettiği mürşide tâbî olmamız lâzım.
    Mürşide bağlanmak, kalubelâ gününün de gereğidir. Halk arasında “Ne zamandan beri müslümansınız?” denildiğinde hepimizin tek cevabı var: “Kalubelâ” günü veya “Elestü birabbiküm” günü olur.
    Allahû Tealâ buyuruyor ki:

    ARAF-172: Ve iz ehaze rabbüke min beniy âdeme min zuhûrihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm alâ enfüsihim, elestü birabbiküm, kaâlû belâ, şehidnâ, en tekuûlû yevmelkıyâmeti innâ künnâ an hâzâ gaâfiliyn.
    Ve o zamanki (ezelde) Allah Âdem oğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini çıkardı (aldı) ve onları nefsleri üzerine şahit tutarak dediki:
    “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”
    Dediler ki:
    “Evet (Sen bizim Rabbimizsin) Biz şahitleriz.”
    Kıyamet günü: “Muhakkakki biz bundan gafilleriz.” (Bizim bundan haberimiz yoktu) demesinler diye.
    Ve bütün insan ruhları Allah’a misak veriyor, bütün insan fizik bedenleri Allahû Teâlâ’ya ahd veriyor ve bütün insan nefsleri Allah’a yemin veriyor.
    İşte, “Her doğan çocuk İslâm fıtratıyla doğar” olayı bunun tezahürüdür.
    Resûlullah buyuruyor ki: “Her doğan çocuk İslâm fıtratıyla doğar ama annesi, babası onu yahudi, mecusî, putperest yapar.” Yani dünya hayatını yaşarken âkil ve baliğ olduğu noktadan itibaren, “kalubelâ” gününde Allah’ın üzerimize şahit kıldığı mürşide tâbî olmanın imkânlarıyla dünyaya gelir. Ama eğer kişi bu noktada Allahû Tealâ’nın kendisi için tayin ettiği şahide ulaşmaz da, ona tâbî olmazsa ister istemez o kişi, babasına tâbî olur ve baba şirkin içindeyse o da şirkin ve küfrün standartları içinde kalır. Nitekim, Yüce Rabbimiz Bakara Suresi 170-171. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

    BAKARA SURESI 170-171 ; “Ve izâ kıyle lehümüttebi’û mâ enzelallahü kaâlû bel nettebi’u mâ elfeynâ aleyhi âbâenâ, evelev kâne âbâühüm lâ ya’kılûne şey’en ve lâ yehtedûn ve meselülleziyne keferû kemeselilleziy yen’ıku bima lâ yesma’u illâ du’âen ve nidâ, sümmün bükmün umyün fehüm lâ ya’kılûn.”
    Onlara “Allah’ın indirdiğine tâbî olun,” denildiğnde: “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye tâbî oluruz.” Peki, eğer onların ataları hiçbirşeyi akıl etmeyen ve hidayete ermeyen (kimseler) ise de mi?

    O (inkâr eden) kâfirlerin durumu tıpkı haykırması sebebiyle işitmeyen, sadece bağırıp çağıran kimsenin durumu gibidir. Zaten (onlar) sağır, dilsiz ve kördürler. Buyüzden akıl edemezler(idrak edemezler).
    Her halükârda Allah’ın indirdiğine tâbî olmamız lâzım. Çünkü, Allah’ın indirdiği, bizler için tayin ettiği Mürşid’in, Zamanın Imamı’nın lisanıyla açıklanıyor. Kişi Zamanın Imamı’nın açıklamasına tâbî olmadığı takdirde annesinden, babasından veya çevresindeki her hangi bir insandan dinlediğine tâbî olacaktır.

    Akletmeyenlerin durumunun hangi standartta olduğunu Allahû Tealâ açıkça ifade buyuruyor:

    5/ MAİDE-104: ve izâ kıyle lehüm te’âlev ilâ mâ enzelallahü ve ilerresûli kaâlû hasbünâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ, evelev kâne abaühüm lâ ya’lemûne şey’en ve lâ yehtedûn.
    Onlara Allah’ın indirdiğine ve Resûle gelin dendiği zaman “atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter” derler. Ataları birşey bilmeyen ve hidayete eremeyen (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramayan) kimseler olsalarda mı?

    Baba, Allah’a tâbî olması gereken mürşidinden ilim almamışsa ve mürşidine tâbî olup hidayete ermemişse, o zaman o baba küfrün standartları içerisindedir. Ve kişi Allahû Tealâ’nın indirdiğine, Resûl’ün açıklamalarına tâbî olmuyor da, küfrün ve şirkin standartları içerisindeki babasına tâbî oluyor.
    Böyle insanların mazereti olmaması için, Allahû Tealâ buyuruyor ki; “kalubelâ” gününde hepinizi huzurumuzda topladık, tâbî olmanız gereken mürşidi sizin üzerinizde şahit kıldık ve hepinize hitap ettik: “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?”diye. Hepinizin cevabı: “belâ”. Daha sonra, “eğer “belâ” diyorsanız o zaman Bana yeminler verin” dedim ve hepiniz misak, ahd ve yeminle Bana bağlandınız.
    İşte, İslâm olmanın üç tane tedbiri: Birincisi, Ben sizin Rabb’iniz değil miyim? Ikincisi, misak, ahd ve yeminin bizden alınması ve üçüncüsü mürşidin üzerimize şahit kılınmasıdır. Herkes bu dünya hayatına bu üç tedbirle gelir, yani her doğan çocuk Islâm fıtratıyla dünyaya gelir. Bu üç tane tedbir Islâm fıtratını, hanif fıtratını belirleyen işaretleri ihtiva eder.
    İşte, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz yanına gelen bedeviye “deveni nereye bıraktın?” diye sorduğunda: “Allah’a emanet ettim” cevabını alınca: “Hayır, git deveni sağlam kazığa bağla ondan sonra Allah’a emanet et” demiştir. Hadisi şerifteki sağlam kazığa bağlanmaktan murat, Resûlullah’ın da beyan ettiği gibi mutlaka Allahû Teâlâ’nın tayin ettiği mürşide bağlanmamızdır. Ondan sonra nefsimizi Allah’a emanet etmemiz, Allah’ı vekil kılmamız istenmektedir.
    Devenin sağlam kazığa bağlanabilmesi için de her şeyden evvel o kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi yani, Allah’a Rabb olarak iman etmesi, bunu benimsemesi lâzım.

    3/ âL-İ İMRAN-193: Rabbenâ innenâ semi’nâ münâdiyen yünâdî lilîmâni en âminû birabbiküm feâmennâ , rabbenâ fağfirlenâ zünûbenâ ve keffir ânnâ seyyiâtinâ ve teveffenâ me’alebrâr.
    “Ey Rabbimiz..!” Hiç şüphesiz biz; “Rabb’inize iman edin..” diye iman’a davet eden bir davetçi işittik ve hemen iman ettik (davetçiye tâbî olarak mü’min olduk). Ey Rabbimiz! Artık bizim günahlarımıza mağfiret eyle, kötülüklerimizi de ört ve bizi EBRAR’ (Allah’a ulaşan ve velî olan cennetlik) larla birlikte öldür.

    Işte görülüyor ki, her şeyden evvel Allahû Teâlâ’nın üzerimize şahit kıldığı mürşidlerin hepsi bizi amenu olmaya çağırıyor, Allah’ın Zat’ına davet ediyor.

    22/HAC-67: Likülli ümmetin ce’alnâ menseken hüm nâsikûhü felâ yünâzi’unneke fiyl’emri ved’u ilâ rabbik, inneke le’alâ hüden müstekıym.
    Her ümmet için bir yol kıldık onlar onunla amel ederler. Seninle emirlerin hususunda nizaya düşmesinler. çünkü sen Rabbine davet ediyorsun. şüphesiz ki sen istikameti (Allah’a doğru) bir hidâyet üzeresin.

    41/ FUSSİLLET-33:Ve men ahsenü kavlen mimmen de'â ilallahi ve amile sâlihan ve kaâle inneniy minelmüslimiyn..
    Muhakkak ki ben Allah’a teslim oldum diyerek Allah’a çağırandan ve nefsi islah edici ameller işleyenden daha güzel söz söyleyen kim vardır.

    Işte, üç teslimle teslim olan Allah’ın mürşidi, Kur’ân âyetleriyle insanları Allah’ın Zatına davet eder.
    Yunus Suresi’nin 25. âyet-i kerimesinde bu davet şöyle ifade edilmiş:

    10/ YUNUS-25: Vallahü yed’û ilâ dârisselâm, ve yehdiy men yeşâü ilâ sırâtın müstekıym .
    Ve Allah teslim yurduna (ruhu teslim alacak olan kendi zatına) davet eder. Ve (teslim yurduna, zatına ulaştırmayı) dilediği kişiyi Sırat-ı Mustakime (Allah'a ulaştıran yola) ulaştırır, vasıl eder.

    Çünkü, dârisselâm’a ulaşmayı dileyen kişi, amenu olan insandır.
    O halde, üzerimize şahit kılınan mürşidin lisanıyla; Zamanın Imamı’nın lisanıyla biz, Allah’a davet ediliyoruz, Rabb’imize çağrılıyoruz. Bu davete icabet etmek veya etmemek insanoğlunun serbest iradesine bırakılmış. Kişi, ya nefsinin talebine uyar davete icabet etmez, veya ruhun talebine uyarak davete icabet eder.
    “Men habbe likaâllahi habbe allahu likâi.”
    Kim (dünya hayatını yaşarken) Allah’ın Zatı’na ulaşmayı talep ederse, Allah da o kişiyi kendisine ulaştırmayı diler. (Ruhun talebine uyduğu için, davete icabet ettiği için, bu kişi işitenlerden olur.)
    “Men kerihe likaâllahi kerihallahu likâihi.”
    Kim (dünya hayatını yaşarken) Allah’ın Zatına ulaşmayı kerih görürse, Allah da o kişiyi kendisine ulaştırmayı kerih görür.
    O halde, ruhunun talebine uyan, davete icabet eden insanlara Allah işittiriyor.

    6/EN’AM-36: İnnemâ yesteciybülleziyne yesme’ûn, velmevtâ yeb’asühümullâhü sümme ileyhi yürce’ûn.
    (Allah'a) Davete sadece işitenler (kulaklarındaki vakra alınmış olanlar) icabet ederler. Allah ölüleri hayata getirir. Sonra O'na (Allah'a) döndürülürler.
    Ama, davete icabet etmeyenlere de Allahû Tealâ işittirmiyor.

    BAKARA-171; O (inkâr eden) kâfirlerin durumu tıpkı haykırması sebebiyle işitmeyen, sadece bağırıp çağıran kimsenin durumu gibidir. Zaten (onlar) sağır, dilsiz ve kördürler. Buyüzden akıl edemezler(idrak edemezler).

    İnsanlar bu duruma göre iki gruba ayrılıyorlar: Allah’ın davetini kabul edenler veya Allah’ın davetini kabul etmeyenler.
    Allah’ın davetini kabul etmeyen bir insan otomatikman şeytanın davetini kabul etmiştir. Bir üçüncü alternatif yoktur.

    14/ İBRAHİM-22: Ve kaâleşşeytânü lemmâ kudıyel'emrü innallâhe ve'adeküm va’delhakkı ve ve'adtüküm feahleftüküm, ve mâ kâne liye aleyküm min sultânin illâ en deavtüküm festecebtüm liy, felâ telûmûniy ve lûmû enfüseküm, mâ ene bimusrihiküm ve mâ entüm bimusrıhıyy, inniy kefertü bimâ eşrektümûnimin kabl, innazzâlimiyne lehüm azâbün eliym.
    şeytan emir olup bittiği zaman der ki; muhakkakki Allah size hak vaadde bulunmuştu. Ben de size vaad ettim. Fakat vaadimden caydım. Sizi davet etmemin dışında üzerinizde hiçbir nüfuzum yoktu. Siz hemen davetime icabet ettiniz. Artık beni kınamayın kendi nefsinizi levm edin, kınayın. Ben sizin yardımınıza gelecek değilim. Siz de benim yardımıma gelemezsiniz. Muhakkakki daha evvel ben Allah’a ortak koşmanızı tanımadım . Muhakkak bu zalimler için elim bir azab vardır.

    O halde şeytan nefse davetiye çıkartıyor. Allahû Tealâ ruha davetiye çıkartıyor. Allah’ın daveti deyince bilmeliyiz ki, bu ruhun talebidir. şeytanın daveti deyince de bilmeliyiz ki bu da nefsin talebidir.
    Ve nefsin talebine uyanlarla, ruhun talebine uyanlar diye insanlar ikiye ayrılıyor.

    76/DEHR-3: İnnâ hedeynâhüssebiyle immâ sşâkiren ve immâ kefûrâ.
    Muhakkak ki biz onu (insanı) sebiyle (Allah’a kavuşturan yola) ulaştırırız. Kimi (hidayet yolundan Allah’a ulaşarak ) şükredenlerden olur. Kimi (asla Allah’ın hidayet yoluna girmeyerek ruhunu ölümden evvel Allah’a ulaştırmaz ve bu sebeble) küfredenlerden olur.

    şükredenler ruhun talebine uyanlardır, nankörlük edenler de nefsin talebine uyanlardır.

    39-? ZÜMER-7 ; “In tekfürû feinnallahe ganiyyün anküm, ve lâ yerdâ li’ıbâdihilküfr, ve in teşkürû yerdahü leküm.”
    Eğer küfrederseniz, Allah sizin küfrünüzden müstağnidir ama Allah sizin küfrünüzden dolayı sizden razı olmaz. Eğer şükrederseniz Allah sizden razı olur.
    O halde görülüyor ki, Allah’ın rızası ruhun talebine uymakla, rızasızlığı ise nefsin talebine uymakla gerçekleşir. Eğer, biz Islâm dinini, teslim dinini yaşamak istiyorsak muhakkak ki, ruhumuzun talebine uymalıyız. Çünkü, Allah buyuruyor ki:

    5/MA?DE-3: …elyevme yeiselleziyne keferû min diyniküm felâ tahşevhüm vahşevn, elyevme ekmeltü leküm diyneküm ve etmemtü aleyküm ni’metiy ve radıytü lekümül’islâme diynâ…
    ..Bugün kâfirler sizin dininizden yeise düşmüşlerdir. Bugün dininizi ikmal ettim, üzerinizdeki nimetimi tamamlad?m. Sizin için din olarak İslâma razı oldum…

    Allah’ın rızası teslimde ise, Allahû Tealâ şükredenlerden razı olacağını ifade ediyorsa, şükredebilmek için Allah’a giden teslim yoluna bizlerin tâbî olmamız gerekir.
    Olaylar, olayların bizler üzerinde bıraktığı tesir ve daha sonra bizim kararımız var. Bizim kararımız Allah’ın Zatı’na ulaşmaksa, her halükârda Allahû Tealâ “Rahim” esmasıyla üzerimize tecelli ediyor. 99 Esmanın sahibi Rabb’imiz “Er Rahim” esmasıyla tecelli ettiği zaman, bizdeki hicab-ı mestureyi kaldırıyor ve biz mürşide muhabbet duymaya başlıyoruz. Sonra Allah kulaklarımızdaki vakra’yı kaldırıyor ve biz Allah’ın tayin ettiği mürşidin sözlerini işitiyoruz. Ve Allahû Tealâ kalbimizdeki ekinneti kaldırıyor. Sadece işitmekle kalmıyoruz, fıkıh ediyoruz, idrak ediyoruz, kendimize mal ediyoruz. İIşte, hicab-ı mesturenin, vakranın ve ekinnetin kendisinden alındığı insanlar, Kur’ân-ı Kerim’in tabiriyle “amenu” olan kişilerdir.

    22/HAC-54: Ve liya’lemelleziyne ûtül’ılme ennehülhakku min rabbike feyü’minû bihî fetuhbite lehü kulûbühüm, ve innallahe lehâdilleziyne âmenû ilâ sırâtın müstakıym.
    Ve kendilerine ilim verilenler onun Rabbinden bir hak olduğunu bilsinler diye ve ona inansınlar diye onların kalplerine ihbat konmuştur. Muhakkakki Allah âmenü olanları Sırat-ı Mustakime ulaştırır.

    Yüce Rabb’imiz Sırat-ı Müstakiym’e ulaştırmak üzere kalbimize ulaşıyor.

    64/ TEGABÜN-11: Mâ esâbe min musıybetin illâ bi’iznillâh, ve men yü’min billâhi yehdi kalbeh, vallahü bikülli şey’in aliym.
    Allah izin vermedikçe kimseye bir müsibet isabet etmez. Kim Allah'a âmenu olursa Allah onun kalbine (ulaşır). Ve Allah herşeyi bilir.
    şeytana dönük olan kalbi Kendine döndürüyor.

    50/ KAF-33: Men haşiyerrahmâne bilgaybi ve câe bikalbin müniyb.
    Gaybde Rahmana huşu duyan ve (Allah’a) dönük bir kalple (Allah'ın huzuruna) gelenlerdir.
    Göğsümüzden kalbimize nur yolunu açıyor.

    6/ EN’AM-125: Femen yüridillâhü en yehdiyehü yeşrah sadrehü lil’islâm, ve men yürid en yudıllehü yec’al sadrehü dayyikan haracâ, ke’ennemâ yassa’’adü fiyssemâ’, kezâlike yec’alûllâhürricse alelleziyne lâ yü’minûn.
    Allah kimi hidayete erdirmeyi (ruhunu Allah'a ulaştırmayı) dilerse onun göğsünü teslime (islâma) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse onun göğsünü göğe çıkıyormuş gibi sıkıntılı kılar. Allah mümin olmayanların üstüne işte böyle azap bırakır.

    39/ ZÜMER-22 : Efemen şerehallahü sadrehü lil’islâmi fehüve alâ nûrin min rabbihî, feveylün lilkaâsiyeti kulûbühüm min zikrillâh, ülâike fiy dalâlin mübiyn.
    Allah’ın göğsünü İslâma açtığı ve Rabbinden (kalbine gelen ) bir nur üzere olan kişi kalbi kasiyet bağlamış (kararmış ve sertleşmiş) gibi midir. Vay onlara ki kalpleri kasiyet bağlamıştır, zikir sebebiyle, (zikir yapmadıkları için) onlar açık bir dalâlet içindedirler.
    Bu nur kalbe %2 ulaştığı zaman, kişi huşuya ulaşır:
    57/ HADİD-16 : Elem ye’ni lilleziyne âmenû en tahşe’a kulûbühüm lizikrillâhi ve mâ nezele minelhakkı ve lâ yekûnû kelleziyne ûtülkitâbe min kablü fetâle aleyhimül’emedü fekaset kulûbühüm, ve kesiyrün minhüm fâsikuûn.
    Amenû olanların kalplerinde Allah'ın zikri ile (ve bu zikirle) Hak'tan inen şeyle (nurla) huşuya ulaşmak (huşu sahibi olmak) zamanı gelmedi mi? Kendilerine kitap verilen ve sonra aradan uzun zaman geçen (ve bu zaman zarfında Allah’ı zikretmedikleri için) kalpleri kasiyet bağlayan (kalpleri zikirsizlikten kararan ve sertleşen ve hastalanan) kimseler gibi olmasınlar. (Yani zikretsinler ki kalpleri kararmasın) Onların çoğu fasıklardır (hidayete erdikten sonra yoldan çıkanlardır).

    Resûlullah (S.A.V) yanına gelen bedeviye: “Sen deveni sağlam kazığa bağla.” buyurduğunda, o günün şartları içerisinde bedevinin sağlam kazığa bağlanması için, Resûlullah’a biat etmesi lâzımdı. Ama günümüzde Resûlullah’ın varisine kişinin biat etmesi için, perşembeyi cumaya bağlayan gece “hacet namazı” kılarak Allah’tan, Allah’ın kendisi için tayin ettiği mürşidi sorması lâzım. Her kim huşu sahibiyse, Allahû Tealâ, sağlam kazığı yani mürşidi göstereceğini garanti ediyor.

    2/ BAKARA-45: Veste'ınu bissabri vessalât. Ve inneha lekebiratün illâ alel haşi'ın.
    (Allah'tan) sabırla ve namazla yardım (istiane) isteyin…Fakat muhakkak ki bu, (hacet namazı ile kişiyi Allah’a ulaştıran Mürşidi sormak ) huşu sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

    O halde, eğer huşu sahipleri için Allahû Tealâ mürşidi gösterecekse 14. basamakta kişi gidip mürşidine intisap ediyor yani sağlam kazığa devesini bağlıyor. Mürşidine intisap ettikten sonra Allahû Tealâ’ya tevekkül etmek, Allahû Tealâ’ya emanet etmek lâzımdır.
    Gerçekten vekalet olayı bu noktadan itibaren başlar.
    Erzurumlu Ibrahim Hakkı Hazretlerinin bir sözü var: “Tedbirini terkeyle, kalbini sen berkeyle.”
    Bu noktaya kadar kişinin alması gereken tedbir, devesinin sağlam kazığa bağlanması idi. Aklın gerektirdiği standartlar içerisinde muhakkak ki herkesin bunu yapması gerekir. Sonrasında da kişinin mürşidinden aldığı zikir emrini yerine getirmesi yani sürekli kalben Allah’ı zikretmeye çalışması lâzım. “Tedbirini terkeyle, kalbini sen berkeyle” sözü bunu ifade ediyor.
    Allah mürşide biat ile yedi tane nimet verir.
    Birinci nîmet: Mürşidin ruhunun o kişinin başının üzerinde yer almasıdır.

    40/ MÜ’MİN-15: refi y’udderecâti zül’arş, yülkıyrrûha min emrihî alâ men yeşâü min ıbâdihî liyünzire yevmettelâak
    Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah‘ın da kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh ulaştırır.

    Ikinci nîmet, o güne kadar işlemiş olduğumuz bütün seyyiatleri Allahû Tealâ’nın hasenata tebdil etmesidir.

    25/ FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan feülâike yübeddilullahü seyyiâtihim hasenât, ve kânallahü gafûren rahıymâ.
    Ama (Mürşidin önünde) tövbe eden ve (Mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine iman yazıldığı için) mü’min olan ve (aynı sebeple) nefsi islah edici ameller işleyen kişinin Allah günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah günahları sevaba çeviren ve rahmet gönderendir.

    Üçüncü nîmet, Allah’ın kalbin içine imanı yazmasıdır.

    58/ MÜCADELE-22: Lâ tecidü kavmen yü’minûne billâhi velyevmil’âhıri yüvâddûne men hâddallahe ve resûlehü ve lev kânû âbâehüm ve ebnâehüm ve ihvânehüm ev aşiyretehüm, ülâike ketebe fiy kulûbihimül’iymâne ve eyyedehüm birûhin minh, ve yüdhılühüm cennâtin tecriy min tahtihel’enhârü hâlidiyne fiyhâ, radıyallahü anhüm ve radû anh, ülâike hızbullah, elâ inne hızballahi hümülmüflihûn .
    Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya) imân eden kavmi Allah’ a ve resûlüne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın , velev ki onlar babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine iman yazılır ve onlar Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (Mürşidin ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar orada ebediyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır onlar da Allah’tan razıdırlar. İşte onlar Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkakki Allah taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.
    Dördüncü nîmeti, başımızın üzerine yerleşen mürşidin ruhundan salavat nurunun kalbimize akmasıdır.

    33/ AHZAB-41: Yâ eyyühelleziyne âmenûzkürullahe zikren kesiyrâ.
    Ey imân edenler , Allah’ı çok zikredin.

    33/ AHZAB-42: Ve sebbihûhü bükreten ve asıylâ .
    O’nu sabah akşam tesbih edin ve yüceltin.

    33/ AHZAB-43: Hüvelleziy yusalliy aleyküm ve melâiketühü liyuhriceküm minezzulümâti ilennûr, ve kâne bilmü’miniyne rahiymâ.
    Sizin nefsinizin kalbini karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize Melekleri ile salavat (isimli nuru) gönderen O’dur. O müminlere rahimdir (rahmet nurunu gönderendir.)

    Beşinci nîmet, kişi salih amel işlemeye başladığı zaman Allahû Tealâ’nın 1’e 700’lük ihsanlarda bulunmasıdır.

    2/ BAKARA 261: Meselüllezine yünfikune emvâlehüm fi sebilillâhi kemeseli habbetin enbetet seb’a senâbile fi külli sünbületin mietü habbeh. Vallâhü yüda’ıfü limen yeşâ’. Vallâhü vasiun alim.
    O, Allah yolu’nda mallarını harcayanların durumu, her başağında yüz tane olmak üzere, yedi başak veren bir (tohumun) nebatın durumu gibidir. Allah dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırır. Allah, VASI’un ALİM’dir.

    Altıncı nîmeti, kişinin kalbine zikre paralel fazl, rahmet ve salavat girmeye başlaması ve kişinin nefs tezkiyesini gerçekleştirmesidir.

    40/ MÜ’MİN-40: Men amile seyyieten felâ yüczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev ünsâ ve hüve mü’minün feülâike yedhulûnelcennete yürzekuûne fiyhâ bigayri hisâb.
    Kim seyyiat (şer, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilussalihat (nefsi ıslah edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar mü’minlerdir. Onlar cennete konulacak ve orada hesapsız rızıklandırılacaklardır.

    Yedinci nîmeti, kişinin ruhunun kendisinden ayrılarak Sırat-ı Müstakiym’e ulaşmasıdır.

    78/ NEBE-39: Zâlikelyevmülhakk , femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ .
    İşte o gün (Mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün) Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi kendisini Rabbine ulaştıran (yolu, Sırat-ı Müstakimi) yol ittihaz eder (edinir). (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.

    Bu yedi nîmeti Allah’tan alan kişi, mürşidinden aldığı zikir emrini yapmaya başlar. Ve zikrini artırarak emmare, levvame, mülhime, mutmainne, raziye, marziye ve tezkiye kademelerini bitirir. Her kademede %7 artan nurlarla kişinin kalbindeki nur miktarı, huşudaki %2’lik nur ile birlikte %51’e ulaşır. Böylece karanlıklar %49’a düşer.
    Işte başlangıç noktasında, nefs-i emmarede, kişinin nefsi %100 zifiri karanlık olan bir geceyi andırırken, kişi mürşidine intisap edip, kalbini zikirle donattığı noktadan itibaren 7 kademede nefsini tezkiye ettiğinde, artık fecr noktasına ulaşmış durumdadır. Yani, sabah tan yerinin ağarmasına paralel, aydınlıkların karanlıkları %2 geçtiği nokta burasıdır.
    “Evvela kişi zifiri karanlıklar içerisindedir, sonra nefsini tezkiye ettiği zaman gri bir noktaya dönüşür ve daha sonra zirve noktadaki güneşin aydınlığına ulaşabilmesi için nefsini tasfiye etmesi lâzımdır.”
    21. basamak, gri bir renge dönüşmüş olan hali ifade ediyor. Bu noktada kişi misakini, ahdini ve yeminini yerine getirdiği için, kesinlikle Allah’tan cennet müjdesini alıyor.
    Ama Yüce Rabb’imiz sadece ahiret hayatında cenneti yaşayalım, dünyada hep huzursuz ve mutsuz olalım diye bizleri yaratmadı. Dünyanın da bizim için cennet olabilmesini, daimî zikir, irşad ve teslim şartına bağlamış.
    Her kim bu üç tane farzı yerine getirirse o zaman nefsini tasfiye etmiş olur. Nefsini tasfiye eden insanlar için, bu dünya kesinlikle bir cennettir. Çünkü, Yunus Emre’nin de ifade buyurduğu gibi;
    Uslu değil, delidir halka salusluk satan,
    Nefsini müslüman etsin, var ise kerameti.
    Bir insanın nefsini müslüman edebilmesi, nefsini tasfiye etmesi yani ihlasa ulaşması anlamına geliyor. Bu noktaya yine zikir artışıyla ulaşacağız. Fena kademesinde, beka kademesinde, zühd kademesinde ve teslim kademesinde zikrimizi artırdığımız için kalbimizdeki nur miktarı %91’e ulaşır ve ikinci emanet olan fizik bedenimizi de Allah’a teslim ederiz.
    Kısa bir süre sonra da zikir artışına paralel daimî zikre ulaşırız. Daimî zikir noktasında Allahû Tealâ bizi %100’lük bir nurlanma noktasına, ihlasa ulaştırır. Bu 26. basamaktır ki, böylece 27inci basamakta nefsimizi de Allah’a teslim ederiz. Işte, nefsimizin Allah’a teslim edildiği nokta, Islâm şerefiyle şereflendiğimiz noktadır.

    Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Her doğan çocuk Islâm fıtratıyla doğar, sonra annesi-babası onu yahudi, mecusi, putperest yapar,” derken, herkes iman sahibi olmanın standartlarına, mürşidine tâbî olmak suretiyle ruhunu Allah’ın Zatı’na ulaştırıp hidayete ermeye ve daha sonra fizik vucudunu ve nefsini Allah’a teslim etmek suretiyle Teslim şerefiyle şereflenebilmenin bütün imkânlarına sahiptir, demek istemektedir. Allah’ın dini teslimdir.
    Resûlullah (S.A.V) Efendimiz “Sen deveni sağlam kazığa bağla, ondan sonra Allahû Tealâ’ya tevekkül et” dediğinde de, vekalet mürşide bağlandıktan sonra başlar ve bu vekillik oranı günbe gün artar demek istemektedir.
    Allahû Tealâ’yı vekil kılma, tezkiyede %51’e ulaşır. Sonra da zikirle paralel artışına devam eder ve ihlas noktasında %100’lük bir artışa ulaşır. Kişi artık tamamiyle Allahû Tealâ’yı vekil edinir. Yani bu nokta kişinin tamamiyle Allahû Tealâ’ya teslim olduğu noktadır.
    Işte, vekaletle tedbir arasında yukarıda açıklandığı gibi bir ilişki vardır.Dileyen herkesin dünya hayatında Allahû Tealâ’nın kendisini bu noktaya ulaştırmasını Rabb’imizden diliyoruz.

    (https://www.frmtr.com/dini-sohbetler/1361947-evvela-deveni-saglam-kaziga-bagla-ondan-sonra-allahu-tealaya-emanet-et)

  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.